15 Şubat 2018 Perşembe

SULU ADA








Antalya'nın Kumluca ilçesinde Adrasan ile Gelidonya Burnu arasında kıyıdan yaklaşık 1.5- 2 kilometre uzaklıkta bulunan, antik çağda 'Krambusa' adıyla anılan, üzerinde yerleşim alanı bulunmayan bakir adanın en önemli özelliği; tatlı su kaynağı barındırması.
Sulu ada Adrasan yakınlarında bulunan en güzel ve en ilginç adalardan birisidir. Sulu ada ismini üstünde bulunan tatlı su kaynağından almaktadır.

13 Şubat 2018 Salı

BEŞ ADALAR (GELİDONYA)





Beş Adalar olarak bilinen Gelidonya Adaları, Taşlık Burnu'nun ucunda duran Gelidonya Feneri de onları kollamakta... Denizin engin maviliği içine serpiştirilmiş bu adaların en büyükleri Devecitaşı Adası (156m) ve Meşe Adası (137m) olarak isimlendirilmiş. Diğerleri döküntü adalar. Doğu Akdeniz’in en derin noktası, bu adaların 4-5 km ötesinden yavaş yavaş başlıyor, daha ötelerde 2000 m’yi geçiyormuş. Eğer yeri biliniyorsa, Fenerden bakıldığında bu yeri kolaylıkla görebilmek mümkünmüş. Bu bölge aynı zamanda, Antalya Körfezi ile batısındaki Finike körfezinden gelen akıntıların birbiri ile çarpıştığı yermiş. Bu çarpışmalardan oluşan anaforlar yüzünden antik çağdan bu yana, bölgede pek çok gemi batmış.
Bunlardan birisi de, Gelidonya Antik Batığı olarak bilinen gemi batığı. Kara kazısı standartlarına uygun olarak yapılan ilk sualtı kazısı unvanına sahip olan bu batığın, yapılan araştırmalar sonucunda M.Ö 13. yüzyıla (Genç Tunç devri) ait olduğu düşünülmektedir. Tarihsel önem taşıyan bu batık, 1954 de bir sünger dalıcı tarafından tesadüfen bulunmuş olup, şu anda Bodrum’daki su altı müzesinde sergilenmekteymiş.
 

Gelidonya Antik Batığı:
Antalya körfezinin en batısında bulunan Gelidonya bugünkü adıyla Taşlık burnunun güneyine doğru sıralanmış Beş adalardan en büyüğünün güney doğusunda seyreden bir yük gemisi kayalıklara çarparak yükünü saçmaya başlamış ve çok geçmeden de deniz altındaki bir kayanın üzerine kıç üstü oturmuştur. 1954 yılında Bodrum'lu bir sünger dalıcısı tarafından keşfedilen ve 26-28 metre derinlikte bulunan batığa 1960 yılında yapılan araştırma dalışlarında geminin Genç Tunç Devrine ait olduğu saptanmıştır. Yapılan bu dalışların bir diğer özelliği de sualtında dalgıç bir arkeologun başkanlığında kazısı tamamlanan ve kara kazısı standartlarına uygun olarak yapılan ilk sualtı kazısı unvanına sahip olmasıdır.

Gemideki ağır yüke yataklık yapması için yerleştirilen çalı çırpıya yapılan analizlerden elde edilen sonuca göre yapılan tahmin geminin M.Ö. 13. yüzyıl sonlarında battığıdır. Kalıntıların üzerinde koruyucu kum veya mil tabakasının olmayışı nedeniyle teknenin büyük bir kısmı özellikle Teredo türü deniz kurtları tarafından yok edilmiştir. Buna rağmen kaplama ahşaplarının Klasik Yunan ve Roma devirlerinde kullanılan gemi yapım tekniğinde gördüğümüz ağaç çivili zıvanalarla birbirlerine tutturulduğu bilinmektedir. Ancak geminin ahşaplarını ağır yükten korumak üzere yerleştirilmiş yataklık çalı çırpının günümüze dek korunmuş olması, bize Odiseus'un kendi yaptığı tekneye koyduğu çalı çırpının amacını çok açık şekilde göstermektedir. Yükün dağılımı önceleri teknenin uzunluğunun 10 metreden fazla uzun olmadığına işaret etmekteyse de son zamanlarda elde edilen yeni buluntular, teknenin ilk tahminlerden daha uzun olduğunu göstermektedir.
Gemideki yükün büyük bir kısmı, eritilerek bronz alet yapımında kullanılmak üzere Kıbrıs'tan getirilen hurda bronz aletler ile yeni bronz yapımında kullanılacak bakır ve kalay külçelerden oluşmaktadır. Gelidonya batığının önemi, kazıdan elde edilen tarihi bilgilerden kaynaklanmaktadır. Kazının yapıldığı sıralarda Genç Tunç Devrinin ikinci yarısında Miken'lerin Doğu Akdeniz'deki deniz ticaretini tekellerinde tuttukları, Fenikeli denizcilerin ise ünlü denizcilik geleneklerine ancak daha sonraki Demir Devrinde ulaştıkları kabul ediliyordu. Gerçekten de Homeros'un Odysseia'sının 20. yüzyıl klasik dil bilimcileri tarafından genellikle milattan önce 8. yüzyıla tarihlendirmesinin en önemli nedeni olarak, eserde sık sık Fenikeli denizcilerden ve bronz işleyiciliğinden söz ediyor olması gösterilmiştir. Ancak Gelidonya burnu batığının kazı sonuçları başka olasılıkların da varlığına işaret etmektedir.
1994 araştırması sırasında Gelidonya batığında bulunan taş çapalardan, orta doğu kökenli olduğu tahmin edilmektedir. Batıktan çıkarılan artifaktlar bu gün Bodrum sualtı arkeoloji müzesinde sergilenmektedir.
Sualtı Arkeolojisinin doğuşu bundan 40 yıl önce Bodrum'da olmuştur. Bundan önceki tarihlerde de deniz dibinden eserler çıkarılmış, batıklar üzerinde incelemeler yapılmıştı, ama bildiğimiz şekilde, bilimsel anlamda ilk sualtı kazısı Türkiye'de gerçekleşmiştir. Her şey Amerikalı gazeteci ve amatör arkeolog Peter Throckmorton'un 1958 yılında Bodrum'a gelmesi ile başladı. Throckmorton'un arzusu Bodrumlu süngercilerle ilgili bir belgesel yapmaktı. Çekimler için tanıştığı İzmir'li fotoğrafçı Mustafa Kapkın ile beraber Bodrum'a geldi ve süngerci Kemal Aras ile tanıştı. Kısa zamanda gerek Kemal Aras'tan ve gerekse yöredeki diğer süngercilerden yüzün üstünde batığın yerini öğrendi. Bu batıklardan bir tanesi Antalya yakınlarındaki Gelidonya yöresinde bulunan bir bakır külçe yüklü gemi kalıntısıydı. Batığa dalan bir süngercinin tunç bıçak ve tarım aletleri çıkardığını belirtmesi üzerine Peter bu geminin Tunç Devri'nden kalmış olabileceğini tahmin etti. O yıl gemiyi ziyaret edemeden Amerika'ya döndü. Throckmorton 1959 yılında tekrar Türkiye'ye geldi ve Gelidonya'daki batığa dalış yaptı. Yanılmamıştı; batık Tunç Devri dönemine aitti ve 3200 yıllık geçmişiyle o tarihe kadar tespit edilen en eski gemiydi. Bu batık mutlaka kazılmalıydı; gemi üzerinde yapılacak araştırmalardan tarihin önemli bir dilimi olan Tunç Devri ile ilgili çok kıymetli bilgiler elde edilebilirdi. Ama yardıma ve paraya ihtiyacı vardı. Muhtemel bir sponsorun ilgisini uyandırmak, destek bulmak için Amerika'ya döndü. Bulduğu yardım, sualtı araştırmalarının yönünü değiştirdi. Yeni bir bilim dalı kurulmak üzereydi: Sualtı Arkeolojisi. Bir kaç girişimden sonra beklediği ilgiyi ve desteği buldu: O zamanlar Gordion'da kazı yapmakta olan Pennsylvania Üniversitesi Müzesi Müdürü Rodney Young yardım elini uzattı. Hatta sadece maddi yardımla kalmadı, arkeolojik destek içinde yanındaki başarılı öğrencilerinden George Bass'ı kazıyı bizzat yönetmek için görevlendirdi. 1960 yılının ilkbaharında Throckmorton ile Bass Türkiye'nin yolunu tuttu. Geç Tunç Devri'ne ait olduğu anlaşılan Gelidonya Batığı 1960 yılının Haziran ile Eylül ayları arasında gerçekleştirildi. 26 ile 28 metre derinlikleri arasında olan batığın üzerine bir süngerci teknesi olan Lütfu Celil demirlendi. Ekip kazı yerinden tekneyle bir saat mesafedeki sahilde kamp kurdular. Kamp yerinin en büyük özelliği gerek günlük kullanım gerekse çıkacak eserlerin tuzdan arındırılması için gereken tatlı su kaynağına sahip olmasıydı. Dalış planları hazırlandı: Ekip sabahları 40, öğleden sonra ki dalışlarda ise 28 dakika suyun altında çalışacaklardı. Ekibin ilk görevi alanın özenli bir haritasını çıkartmaktı. Alanın bütün bölümleri kayıt edildikten ve buluntular tanımlayıcı bilgilerle etiketlendikten sonra eserler dikkatle çıkarılarak kampın olduğu sahile konservasyon ve kayıt için taşınıyordu.

Bulguların bütününün her bir parçasını tek tek ele alıp alt alta sıralarsak şunu biliyoruz ki, yaklaşık M.Ö. 1200'de, 19-20 metre uzunluğunda bir ticaret gemisi Gelidonya Burnu açıklarında batmıştır. Uğradığı son liman, 1 ton maden yükü aldığı Kıbrıs olmuştur. Yük, baştan kıça kadar istiflenerek depolanmış öküz gönü biçiminde bakır külçelerden oluşmaktadır. Sepetler dolusu hurda külçe, mekânın izin verdiği yere, muhtemelen istifleri daha sıkı tutma amacıyla doldurulmuştur. Gemide ayrıca Kıbrıs'tan sonraki bir limanda yüklendiği sanılan kalay külçeler, kurşun döküntüler ve işlenmemiş kristal parçaları bulunmuştur. Yükün içinde boncuk kavanozları, ticareti yapılan baharatlar bulunduğuna inanılan kavanozlar ve gariptir, bir de bilezik vardır. Bütün belirtiler, mürettebatın geceleri ışık sağlamak için Suriye-Filistin tarzı tek bir lambayla idare ettiğine işaret etmektedir. Mürettebatın zeytin ile balık yediğini ve gemide su ile şarap stokları bulunduğunu biliyoruz. Hem mührünün hem de mallarının gösterdiği gibi, gemide Suriye kökenli bir tacirin olması olasıdır. Ağırlık dizilerinin çeşitliliği, geminin Mısır, Suriye, Filistin, Kıbrıs, Truva ve Hitit İmparatorluğu, Girit ve Yunanistan sınırları içinde, muhtemelen yine Suriyeli tacirler aracılığıyla ticaret yapmasına izin verilmiş olduğunu göstermektedir. Sanayi tipi kalayın ilk bilinen örneği olan, hurda külçe sepetleri ve çeşitli maden işleme araçları, tacirin üretim yapan bir hırdavatçı olduğuna işaret etmektedir. Kargodaki tunç araçların çoğu, gemi battığında zaten kırılmış durumda olduğuna göre, hurda maden yeniden işleniyor olsa gerektir. Bütün kanıtlar, geminin, bir Suriye-Filistin limanından gelen, içinde Suriyeli bir tacirle birlikte seyreden erken dönem bir Fenike ticaret gemisi olduğu yönündedir. Bu nihai karar, Fenikeliler'in Geç Tunç Devri döneminde Grekler'in deniz ticareti tekelini henüz kıramamış olduklarını öne süren daha önceki yanlış fikri değiştirmiştir.

Kaptanın Seyir Defteri;

"...Suriye'den 13-14m uzunluğundaki teknemle Doğu Akdeniz'e doğru sefere çıktık. Kıbrıs'a uğrayarak yaklaşık bir ton kadar madeni yük aldık. Öküzgözü şeklindeki külçeler, hasırlara sarılıp dikkatlice kümelendi. Tunç aletleri ve kırık parçaları sepetler içine koyduk. Bunların altına tekneyi korumak amacıyla çalılar ve dallar yerleştirdik. Beş kişiden oluşan mürettebatın ileri gelenleri, geminin kıçında tek bir yağ kandiliyle aydınlatılan davlumbazda oturuyorlar. Güvertede birkaç saat sonra ulaşacağımız bir Yakın Doğu Limanında yapacağım ticarete hazırlanıyorum. Cebimde resmi işlerde kullandığım babamdan kalan silindir mühürüm var. Belki oğlum da bir gün bu mührü kullanacak. Diğer gemicilerim ise skarabe mühür taşıyorlar. Uzun süren bu yolculuklarda mürettebatım, boş zamanlarında âşık kemiği ile oyunlar oynuyorlar. Taş örsler ve topuzlar geminin bir köşesinde duruyor. Gemicilerimden bazıları, biley taşı ile satışa sunulacak aletleri bileyleyip, parlatıyorlar. Anadolu kıyılarında, Gelidonya Burnuna doğru yol alıyoruz. Batı akıntıları ile rüzgâra çok dikkat ediyor ve kıyıyı takip ederek seyrediyoruz. Birkaç saat sonra Phoenikus'tan (Finike) tatlı su alabileceğiz. Denizciler için çok tehlikeli olan Beş adalar yöresinden gitmek zorundayız. Karaya yakın iki ada arasından geçerken şiddetli akıntının etkisiyle gemicilerin topuk diye adlandırdıkları deniz yüzeyinde görülmeyen kayalığa çarptık, 26-28 m. derinliğe gömüldük."

Böylece, susuz ve tehlikeli bir yöre olan Gelidonya, bir gemiye daha mezar oldu. 3200 yıl önce hür teşebbüsün bir ticaret gemisi de Anadolu'ya ticari eşya taşırken battı. Birinci salonun sağ tarafında görülen büyük küpler (pithos) ve amphoralar süngerci Cumhur İlik tarafından Sualtı Arkeoloji Enstitüsüne (INA) gösterilmiştir. 1975 yılında Prof. Dr. George F. Bass tarafından batığın kazısı yapılmıştır.
Kaynak: Türkiye Batıkları

BİR FİNCAN KAHVE


BİR FİNCAN KAHVE İÇMEYE BUYRUN
vaktiyle İstanbul'da yemiş İskelesi'nde kahvecilik yapan ve başından türlü maceralar geçtikten sonra âmâ düşen bir adamdan naklen Üsküdarlı halk şairi vasıf, ondan da naklen Reşat ekrem şöyle kaydediyor (İstanbul ansiklopedisi v, 2808) :
" ...
bu adamın bir gün kahvehanesine bir yeniçeri gelip,
– hey arkadaş! hep müşterilerine birer kahve yap, lakin şu kafire yapma! demiş.
kafir dediği de bir köşede oturup nargile içen bir Rum gemi kaptanı imiş. ama, hiç şüphesiz ki o zaman gözü açık, birer kahve yapıp vermiş. en sonra da iki kahve yapıp :
– kaptan, biz de seninle içelim; diye Rum müşterinin yanına oturmuş. yeniçeri,
– hey! ben sana o kafire kahve yapma diye tembih etmedim mi? deyince kahveci de,
– kaptana yaptığım kahve senden değil, ocaktandır ağa! cevabını vermiş.

Aradan zaman geçmiş. Sisam adasında büyük bir isyan baş göstermiş. kahveci de yeniçeri ocağında kayıtlı asker olduğu için adaya sevk edilmiş. askerin arasında suyu bulduğuna göre Sisam'da asi olan Rumlar, ele geçirdikleri Türk esirleri bir meydanda müzayede ile satarlar, arttırıp alan da hemen boğazlayıp kesermiş. müzayede ile esir satmaktan kasıtları da, isyan hareketini beslemek için bir nevi yardım toplamakmış. gün gelmiş, yemiş İskelesi'nin kahvecisi de Rumların eline esir düşmüş ve diğer esirlerle birlikte o meydanda satışa çıkarılmış. istekliler kaç kişi ise karşılarına dizilmişler, bekleşirler imiş... o sırada tepeden tırnağa silahlı bir Rum gelmiş. bunları gözden geçirdikten sonra bir iskemleye oturmuş. müzayede de başlamış. ilk, bir paradan başlarlarmış. bir can da beş paraya, on paraya kadar çıkarmış. sıra kahveciye gelince iskemlede oturan o silahlı adam yekten,
– beş kuruş! diye bağırmış.

arttıran olmayınca da esiri alıp bir muhafız nezareti altında şehirden çıkarmış. zavallı kahveci, "beni beş kuruşa aldığına göre kim bilir ne gibi işkencelerle öldürecek." diye düşünürken, ıssız bir yerde o silahlı Rum :
– korkma, demiş, sen beni tanımadın ama ben seni tanıdım. hani bir yeniçeri bana hakaret ettiği zaman sen onu dinlemeyip bana kahve ikram eden yemiş İskelesi'ndeki kahveci değil misin?

kucaklaşıp öpüşmüşler.

bir fincan kahvenin hatırını sayanlardır ki asi de olsa, saki de olsa mert adamdır.





Bisiklet Antalya

     Bize Katılın! 💥🚲🚴    Biz her yaştan, her meslek grubundan ve Antalya'mızın her yerinden bisiklet tutkunlarını bir araya getiren,...