Beş Adalar olarak
bilinen Gelidonya Adaları, Taşlık Burnu'nun ucunda duran Gelidonya Feneri de
onları kollamakta... Denizin engin maviliği içine serpiştirilmiş bu adaların en
büyükleri Devecitaşı Adası (156m) ve Meşe Adası (137m) olarak isimlendirilmiş.
Diğerleri döküntü adalar. Doğu Akdeniz’in en derin noktası, bu adaların 4-5 km
ötesinden yavaş yavaş başlıyor, daha ötelerde 2000 m’yi geçiyormuş. Eğer yeri
biliniyorsa, Fenerden bakıldığında bu yeri kolaylıkla görebilmek mümkünmüş. Bu
bölge aynı zamanda, Antalya Körfezi ile batısındaki Finike körfezinden gelen
akıntıların birbiri ile çarpıştığı yermiş. Bu çarpışmalardan oluşan anaforlar
yüzünden antik çağdan bu yana, bölgede pek çok gemi batmış.
Bunlardan birisi de, Gelidonya Antik Batığı olarak bilinen gemi batığı. Kara kazısı standartlarına uygun olarak yapılan ilk sualtı kazısı unvanına sahip olan bu batığın, yapılan araştırmalar sonucunda M.Ö 13. yüzyıla (Genç Tunç devri) ait olduğu düşünülmektedir. Tarihsel önem taşıyan bu batık, 1954 de bir sünger dalıcı tarafından tesadüfen bulunmuş olup, şu anda Bodrum’daki su altı müzesinde sergilenmekteymiş.
Bunlardan birisi de, Gelidonya Antik Batığı olarak bilinen gemi batığı. Kara kazısı standartlarına uygun olarak yapılan ilk sualtı kazısı unvanına sahip olan bu batığın, yapılan araştırmalar sonucunda M.Ö 13. yüzyıla (Genç Tunç devri) ait olduğu düşünülmektedir. Tarihsel önem taşıyan bu batık, 1954 de bir sünger dalıcı tarafından tesadüfen bulunmuş olup, şu anda Bodrum’daki su altı müzesinde sergilenmekteymiş.
Gelidonya Antik Batığı:
Antalya
körfezinin en batısında bulunan Gelidonya bugünkü adıyla Taşlık burnunun
güneyine doğru sıralanmış Beş adalardan en büyüğünün güney doğusunda seyreden
bir yük gemisi kayalıklara çarparak yükünü saçmaya başlamış ve çok geçmeden de
deniz altındaki bir kayanın üzerine kıç üstü oturmuştur. 1954 yılında Bodrum'lu
bir sünger dalıcısı tarafından keşfedilen ve 26-28 metre derinlikte bulunan
batığa 1960 yılında yapılan araştırma dalışlarında geminin Genç Tunç Devrine
ait olduğu saptanmıştır. Yapılan bu dalışların bir diğer özelliği de sualtında
dalgıç bir arkeologun başkanlığında kazısı tamamlanan ve kara kazısı
standartlarına uygun olarak yapılan ilk sualtı kazısı unvanına sahip olmasıdır.
Gemideki
ağır yüke yataklık yapması için yerleştirilen çalı çırpıya yapılan analizlerden
elde edilen sonuca göre yapılan tahmin geminin M.Ö. 13. yüzyıl sonlarında
battığıdır. Kalıntıların üzerinde koruyucu kum veya mil tabakasının olmayışı
nedeniyle teknenin büyük bir kısmı özellikle Teredo türü deniz kurtları
tarafından yok edilmiştir. Buna rağmen kaplama ahşaplarının Klasik Yunan ve
Roma devirlerinde kullanılan gemi yapım tekniğinde gördüğümüz ağaç çivili
zıvanalarla birbirlerine tutturulduğu bilinmektedir. Ancak geminin ahşaplarını
ağır yükten korumak üzere yerleştirilmiş yataklık çalı çırpının günümüze dek
korunmuş olması, bize Odiseus'un kendi yaptığı tekneye koyduğu çalı çırpının
amacını çok açık şekilde göstermektedir. Yükün dağılımı önceleri teknenin
uzunluğunun 10 metreden fazla uzun olmadığına işaret etmekteyse de son
zamanlarda elde edilen yeni buluntular, teknenin ilk tahminlerden daha uzun
olduğunu göstermektedir.
Gemideki
yükün büyük bir kısmı, eritilerek bronz alet yapımında kullanılmak üzere
Kıbrıs'tan getirilen hurda bronz aletler ile yeni bronz yapımında kullanılacak
bakır ve kalay külçelerden oluşmaktadır. Gelidonya batığının önemi, kazıdan
elde edilen tarihi bilgilerden kaynaklanmaktadır. Kazının yapıldığı sıralarda
Genç Tunç Devrinin ikinci yarısında Miken'lerin Doğu Akdeniz'deki deniz
ticaretini tekellerinde tuttukları, Fenikeli denizcilerin ise ünlü denizcilik
geleneklerine ancak daha sonraki Demir Devrinde ulaştıkları kabul ediliyordu.
Gerçekten de Homeros'un Odysseia'sının 20. yüzyıl klasik dil bilimcileri tarafından
genellikle milattan önce 8. yüzyıla tarihlendirmesinin en önemli nedeni olarak,
eserde sık sık Fenikeli denizcilerden ve bronz işleyiciliğinden söz ediyor
olması gösterilmiştir. Ancak Gelidonya burnu batığının kazı sonuçları başka
olasılıkların da varlığına işaret etmektedir.
1994
araştırması sırasında Gelidonya batığında bulunan taş çapalardan, orta doğu
kökenli olduğu tahmin edilmektedir. Batıktan çıkarılan artifaktlar bu gün
Bodrum sualtı arkeoloji müzesinde sergilenmektedir.
Sualtı Arkeolojisinin doğuşu bundan 40 yıl önce Bodrum'da olmuştur. Bundan
önceki tarihlerde de deniz dibinden eserler çıkarılmış, batıklar üzerinde
incelemeler yapılmıştı, ama bildiğimiz şekilde, bilimsel anlamda ilk sualtı
kazısı Türkiye'de gerçekleşmiştir. Her şey Amerikalı gazeteci ve amatör
arkeolog Peter Throckmorton'un 1958 yılında Bodrum'a gelmesi ile başladı.
Throckmorton'un arzusu Bodrumlu süngercilerle ilgili bir belgesel yapmaktı.
Çekimler için tanıştığı İzmir'li fotoğrafçı Mustafa Kapkın ile beraber Bodrum'a
geldi ve süngerci Kemal Aras ile tanıştı. Kısa zamanda gerek Kemal Aras'tan ve
gerekse yöredeki diğer süngercilerden yüzün üstünde batığın yerini öğrendi. Bu
batıklardan bir tanesi Antalya yakınlarındaki Gelidonya yöresinde bulunan bir
bakır külçe yüklü gemi kalıntısıydı. Batığa dalan bir süngercinin tunç bıçak ve
tarım aletleri çıkardığını belirtmesi üzerine Peter bu geminin Tunç Devri'nden
kalmış olabileceğini tahmin etti. O yıl gemiyi ziyaret edemeden Amerika'ya
döndü. Throckmorton 1959 yılında tekrar Türkiye'ye geldi ve Gelidonya'daki
batığa dalış yaptı. Yanılmamıştı; batık Tunç Devri dönemine aitti ve 3200
yıllık geçmişiyle o tarihe kadar tespit edilen en eski gemiydi. Bu batık
mutlaka kazılmalıydı; gemi üzerinde yapılacak araştırmalardan tarihin önemli
bir dilimi olan Tunç Devri ile ilgili çok kıymetli bilgiler elde edilebilirdi.
Ama yardıma ve paraya ihtiyacı vardı. Muhtemel bir sponsorun ilgisini
uyandırmak, destek bulmak için Amerika'ya döndü. Bulduğu yardım, sualtı
araştırmalarının yönünü değiştirdi. Yeni bir bilim dalı kurulmak üzereydi:
Sualtı Arkeolojisi. Bir kaç girişimden sonra beklediği ilgiyi ve desteği buldu:
O zamanlar Gordion'da kazı yapmakta olan Pennsylvania Üniversitesi Müzesi
Müdürü Rodney Young yardım elini uzattı. Hatta sadece maddi yardımla kalmadı,
arkeolojik destek içinde yanındaki başarılı öğrencilerinden George Bass'ı
kazıyı bizzat yönetmek için görevlendirdi. 1960 yılının ilkbaharında
Throckmorton ile Bass Türkiye'nin yolunu tuttu. Geç Tunç Devri'ne ait olduğu
anlaşılan Gelidonya Batığı 1960 yılının Haziran ile Eylül ayları arasında
gerçekleştirildi. 26 ile 28 metre derinlikleri arasında olan batığın üzerine
bir süngerci teknesi olan Lütfu Celil demirlendi. Ekip kazı yerinden tekneyle
bir saat mesafedeki sahilde kamp kurdular. Kamp yerinin en büyük özelliği gerek
günlük kullanım gerekse çıkacak eserlerin tuzdan arındırılması için gereken
tatlı su kaynağına sahip olmasıydı. Dalış planları hazırlandı: Ekip sabahları
40, öğleden sonra ki dalışlarda ise 28 dakika suyun altında çalışacaklardı.
Ekibin ilk görevi alanın özenli bir haritasını çıkartmaktı. Alanın bütün
bölümleri kayıt edildikten ve buluntular tanımlayıcı bilgilerle etiketlendikten
sonra eserler dikkatle çıkarılarak kampın olduğu sahile konservasyon ve kayıt
için taşınıyordu.
Bulguların bütününün her bir parçasını tek tek ele alıp alt alta sıralarsak şunu biliyoruz ki, yaklaşık M.Ö. 1200'de, 19-20 metre uzunluğunda bir ticaret gemisi Gelidonya Burnu açıklarında batmıştır. Uğradığı son liman, 1 ton maden yükü aldığı Kıbrıs olmuştur. Yük, baştan kıça kadar istiflenerek depolanmış öküz gönü biçiminde bakır külçelerden oluşmaktadır. Sepetler dolusu hurda külçe, mekânın izin verdiği yere, muhtemelen istifleri daha sıkı tutma amacıyla doldurulmuştur. Gemide ayrıca Kıbrıs'tan sonraki bir limanda yüklendiği sanılan kalay külçeler, kurşun döküntüler ve işlenmemiş kristal parçaları bulunmuştur. Yükün içinde boncuk kavanozları, ticareti yapılan baharatlar bulunduğuna inanılan kavanozlar ve gariptir, bir de bilezik vardır. Bütün belirtiler, mürettebatın geceleri ışık sağlamak için Suriye-Filistin tarzı tek bir lambayla idare ettiğine işaret etmektedir. Mürettebatın zeytin ile balık yediğini ve gemide su ile şarap stokları bulunduğunu biliyoruz. Hem mührünün hem de mallarının gösterdiği gibi, gemide Suriye kökenli bir tacirin olması olasıdır. Ağırlık dizilerinin çeşitliliği, geminin Mısır, Suriye, Filistin, Kıbrıs, Truva ve Hitit İmparatorluğu, Girit ve Yunanistan sınırları içinde, muhtemelen yine Suriyeli tacirler aracılığıyla ticaret yapmasına izin verilmiş olduğunu göstermektedir. Sanayi tipi kalayın ilk bilinen örneği olan, hurda külçe sepetleri ve çeşitli maden işleme araçları, tacirin üretim yapan bir hırdavatçı olduğuna işaret etmektedir. Kargodaki tunç araçların çoğu, gemi battığında zaten kırılmış durumda olduğuna göre, hurda maden yeniden işleniyor olsa gerektir. Bütün kanıtlar, geminin, bir Suriye-Filistin limanından gelen, içinde Suriyeli bir tacirle birlikte seyreden erken dönem bir Fenike ticaret gemisi olduğu yönündedir. Bu nihai karar, Fenikeliler'in Geç Tunç Devri döneminde Grekler'in deniz ticareti tekelini henüz kıramamış olduklarını öne süren daha önceki yanlış fikri değiştirmiştir.
Kaptanın Seyir Defteri;
"...Suriye'den 13-14m uzunluğundaki teknemle Doğu Akdeniz'e doğru sefere çıktık. Kıbrıs'a uğrayarak yaklaşık bir ton kadar madeni yük aldık. Öküzgözü şeklindeki külçeler, hasırlara sarılıp dikkatlice kümelendi. Tunç aletleri ve kırık parçaları sepetler içine koyduk. Bunların altına tekneyi korumak amacıyla çalılar ve dallar yerleştirdik. Beş kişiden oluşan mürettebatın ileri gelenleri, geminin kıçında tek bir yağ kandiliyle aydınlatılan davlumbazda oturuyorlar. Güvertede birkaç saat sonra ulaşacağımız bir Yakın Doğu Limanında yapacağım ticarete hazırlanıyorum. Cebimde resmi işlerde kullandığım babamdan kalan silindir mühürüm var. Belki oğlum da bir gün bu mührü kullanacak. Diğer gemicilerim ise skarabe mühür taşıyorlar. Uzun süren bu yolculuklarda mürettebatım, boş zamanlarında âşık kemiği ile oyunlar oynuyorlar. Taş örsler ve topuzlar geminin bir köşesinde duruyor. Gemicilerimden bazıları, biley taşı ile satışa sunulacak aletleri bileyleyip, parlatıyorlar. Anadolu kıyılarında, Gelidonya Burnuna doğru yol alıyoruz. Batı akıntıları ile rüzgâra çok dikkat ediyor ve kıyıyı takip ederek seyrediyoruz. Birkaç saat sonra Phoenikus'tan (Finike) tatlı su alabileceğiz. Denizciler için çok tehlikeli olan Beş adalar yöresinden gitmek zorundayız. Karaya yakın iki ada arasından geçerken şiddetli akıntının etkisiyle gemicilerin topuk diye adlandırdıkları deniz yüzeyinde görülmeyen kayalığa çarptık, 26-28 m. derinliğe gömüldük."
Böylece, susuz ve tehlikeli bir yöre olan Gelidonya, bir gemiye daha mezar oldu. 3200 yıl önce hür teşebbüsün bir ticaret gemisi de Anadolu'ya ticari eşya taşırken battı. Birinci salonun sağ tarafında görülen büyük küpler (pithos) ve amphoralar süngerci Cumhur İlik tarafından Sualtı Arkeoloji Enstitüsüne (INA) gösterilmiştir. 1975 yılında Prof. Dr. George F. Bass tarafından batığın kazısı yapılmıştır.
Bulguların bütününün her bir parçasını tek tek ele alıp alt alta sıralarsak şunu biliyoruz ki, yaklaşık M.Ö. 1200'de, 19-20 metre uzunluğunda bir ticaret gemisi Gelidonya Burnu açıklarında batmıştır. Uğradığı son liman, 1 ton maden yükü aldığı Kıbrıs olmuştur. Yük, baştan kıça kadar istiflenerek depolanmış öküz gönü biçiminde bakır külçelerden oluşmaktadır. Sepetler dolusu hurda külçe, mekânın izin verdiği yere, muhtemelen istifleri daha sıkı tutma amacıyla doldurulmuştur. Gemide ayrıca Kıbrıs'tan sonraki bir limanda yüklendiği sanılan kalay külçeler, kurşun döküntüler ve işlenmemiş kristal parçaları bulunmuştur. Yükün içinde boncuk kavanozları, ticareti yapılan baharatlar bulunduğuna inanılan kavanozlar ve gariptir, bir de bilezik vardır. Bütün belirtiler, mürettebatın geceleri ışık sağlamak için Suriye-Filistin tarzı tek bir lambayla idare ettiğine işaret etmektedir. Mürettebatın zeytin ile balık yediğini ve gemide su ile şarap stokları bulunduğunu biliyoruz. Hem mührünün hem de mallarının gösterdiği gibi, gemide Suriye kökenli bir tacirin olması olasıdır. Ağırlık dizilerinin çeşitliliği, geminin Mısır, Suriye, Filistin, Kıbrıs, Truva ve Hitit İmparatorluğu, Girit ve Yunanistan sınırları içinde, muhtemelen yine Suriyeli tacirler aracılığıyla ticaret yapmasına izin verilmiş olduğunu göstermektedir. Sanayi tipi kalayın ilk bilinen örneği olan, hurda külçe sepetleri ve çeşitli maden işleme araçları, tacirin üretim yapan bir hırdavatçı olduğuna işaret etmektedir. Kargodaki tunç araçların çoğu, gemi battığında zaten kırılmış durumda olduğuna göre, hurda maden yeniden işleniyor olsa gerektir. Bütün kanıtlar, geminin, bir Suriye-Filistin limanından gelen, içinde Suriyeli bir tacirle birlikte seyreden erken dönem bir Fenike ticaret gemisi olduğu yönündedir. Bu nihai karar, Fenikeliler'in Geç Tunç Devri döneminde Grekler'in deniz ticareti tekelini henüz kıramamış olduklarını öne süren daha önceki yanlış fikri değiştirmiştir.
Kaptanın Seyir Defteri;
"...Suriye'den 13-14m uzunluğundaki teknemle Doğu Akdeniz'e doğru sefere çıktık. Kıbrıs'a uğrayarak yaklaşık bir ton kadar madeni yük aldık. Öküzgözü şeklindeki külçeler, hasırlara sarılıp dikkatlice kümelendi. Tunç aletleri ve kırık parçaları sepetler içine koyduk. Bunların altına tekneyi korumak amacıyla çalılar ve dallar yerleştirdik. Beş kişiden oluşan mürettebatın ileri gelenleri, geminin kıçında tek bir yağ kandiliyle aydınlatılan davlumbazda oturuyorlar. Güvertede birkaç saat sonra ulaşacağımız bir Yakın Doğu Limanında yapacağım ticarete hazırlanıyorum. Cebimde resmi işlerde kullandığım babamdan kalan silindir mühürüm var. Belki oğlum da bir gün bu mührü kullanacak. Diğer gemicilerim ise skarabe mühür taşıyorlar. Uzun süren bu yolculuklarda mürettebatım, boş zamanlarında âşık kemiği ile oyunlar oynuyorlar. Taş örsler ve topuzlar geminin bir köşesinde duruyor. Gemicilerimden bazıları, biley taşı ile satışa sunulacak aletleri bileyleyip, parlatıyorlar. Anadolu kıyılarında, Gelidonya Burnuna doğru yol alıyoruz. Batı akıntıları ile rüzgâra çok dikkat ediyor ve kıyıyı takip ederek seyrediyoruz. Birkaç saat sonra Phoenikus'tan (Finike) tatlı su alabileceğiz. Denizciler için çok tehlikeli olan Beş adalar yöresinden gitmek zorundayız. Karaya yakın iki ada arasından geçerken şiddetli akıntının etkisiyle gemicilerin topuk diye adlandırdıkları deniz yüzeyinde görülmeyen kayalığa çarptık, 26-28 m. derinliğe gömüldük."
Böylece, susuz ve tehlikeli bir yöre olan Gelidonya, bir gemiye daha mezar oldu. 3200 yıl önce hür teşebbüsün bir ticaret gemisi de Anadolu'ya ticari eşya taşırken battı. Birinci salonun sağ tarafında görülen büyük küpler (pithos) ve amphoralar süngerci Cumhur İlik tarafından Sualtı Arkeoloji Enstitüsüne (INA) gösterilmiştir. 1975 yılında Prof. Dr. George F. Bass tarafından batığın kazısı yapılmıştır.
Kaynak: Türkiye Batıkları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder